29 Kasım 2012 Perşembe

HİÇ BİR ZAMAN TADINDA YAPILAMAYAN YEMEK TARİFİNE


Gideceğim dedi adam kadına
Kadın gitme kal diyemedi hayatının tarifi olan yemek kitabıyla
birden baktı ve buldum dedi suskun kelimeleriyle
Tarife göre önce sen bana “seni seviyorum” diyeceksin
Ve ben sana biraz tuz biraz da acı ekleyeceğim
Kadın bir an duraksadı ve...
Parmaklarının ucuna basarak adama, hiçbir zaman tarifinin tam yapılamadığı hayatının
yemek kitabını verdi
Adam şaşkın şaşkın kadına bakarken elleri iki arada bir derede kaldı
Fakat uzanıp aldı yemek kitabını
başladı olağanca bir hızla sayfaları çevirmeye
Bulamadı kadının hayatının “mutluluk” tarifinin yazdığı sayfayı
Öyle ya! adam kendini başka nasıl unutulmaz kılacaktı ki gitmeden?
bu zayıf bedenin ama güçlü gözlerin üstünde
Kadın adama uzattı hayatının mutlu tarifinin bir iki malzemesini
Adam sadakat ve vefa dolu tabakları görünce birden açtı kadına “mutluluk”
yemeğinin tarif sayfasını
Kadın oturdu sandalyesine
İzledi adamı tedirgin ellerinden çıkan mutluluk yemeğini yaparken
Yapamadı adam, üstüne başına saçtı ve o her neyse işte sadakat, vefa...
Kadın buruk bir tebessümle gülümsedi adama
ve bu kez adamdı gitme, dur sözleriyle beslenen
Artık acılar onundu
Ne de olsa acıyı fazlasıyla hayat tatlarına katmak isteyen adamdı
Kadınsa elinde yemek kitabıyla yeni yollara deyip giden oldu.

20 Kasım 2012 Salı

Gücünü Aldığın Kol Kırılınca

Belki de soğuk bir geceyi ardınızda bırakıp yeni bir güne başladığınızda neyi, nasıl yaşayacağınızı bilemeden güne gözlerinizi açtığınızda, bileğinizden güçlü bir yumruk yapıp atarsınız kendinizi sokaklara. Siz yeryüzünü kaplayan bir kaç milyon insandan sadece biri olarak neyin savaşını vereceğinizi düşünürsünüz. Bir takım iyi düşünceler sararken bedeninizi bir takım kirli belki de yoz denebilecek cümleler de gelip geçebilir aklınızdan. Tam da bu nokta da hayatın esirikliğinden kendini koparamamış zoru yaşayan bir kadının bedenine misafiriz bugün.

Büyük umutlarla birini sevmek kim bilir insan da nasıl hayaller, nasıl heyecanlar uyandırır derin derin ama ince ince vuruşlarla. Bir anda sevdiğin adamla hayatının birleştirmenin büyük mutluluğuyla atarsın o imzayı.  Hep güzel, hep tatlı düşünceler, düşler sarar bedenini. Ve artık yeni bir insanla evliliğin tadını yaşarken bir de bakmışsın ki yeryüzüne kendinden bir tane daha insan getirmenin sevimliliği komşu olup gelmiştir sana. Komşu diyorum çünkü hayatta her şeyin altın kuralı olan 'o da gelir o da geçer' kuralı ne yazık ki senin için de geçerlidir. 

Tüm bu telaşlar yaşanırken bir bir, bir anda bir şeylerin içini kemirdiğini hissedersin. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, uzaktan bir ses, bir söz, bir tavır sana mutsuzluğun haberini getirir. Artık her şey bambaşkadır. Dönüşü yoktur. Belki de vardır ama senin lügatında yoktur. Kucağında o minik gözlerin sana bakışı ve senin sevdiğin adamın evrilip, bambaşka birine dönüşü. 

Konuşmak istersin. Bütün gün boyunca evde hangi kelimeleri kullanarak içindeki duyguların tarifini yapabileceğinin esamesini yaparken yine gece tuttuğunda sen hiç bir şey yapamaz olduğunu görürsün. Bir çaresizlik sarar saatinin yelkovanını. Zaman artık başka türlü akmaktadır. Kum saatinde akan zamanı ellerine almak, parçalamak, yok etmek istersin. Hiç bir şey yapamazsın işte, olmaz da...

Çaresizliğin rengi senin rengindir artık. Başka renk giyinemez olursun. Sevdiğin, tarafından sevildiğin adam eriyip gitmiştir. Yerine senin mutsuzluğundan umutsuzluğun doğmuştur. 

Umut yoksa, sevgi yoksa seni hayata bağlayan kol da kırılmış demektir.

Tutunamadığın kolda kendinle birlikte sorumulusu olduğun çocuğunla kalakalmışındır. Yapayalnız.
Ne kelimelerin, ne bakışların, ne de çabalarının bir anlamı vardır. Anlamla girdiğin yolda, anlamsızlıkla yolun sonuna gelmek zordur. idrak etmesi, sindirmesi söz konusu dahi değildir.

Bir zamanlar eskinin sevgilisi, bugün zaliminden bir tokat yersin ve artık hayata bağlandığın çürük kol kırılır.
Oturursun bir gece. Düşünürsün derin derin. İçindeki zarını yırtmanın imkansız olduğu dünyadan çıkamazsın. Hiç bir yerden, hiç bir yoldan çıkış yoktur. Tüm umutlar düşlerde ve düşüncelerde yaşanır.

Ve artık kırılan kolun da vermiş olduğu hissiyatla ölümün rengini görmeye başlarsın yer yer. Zihnin bulanır. Bir taraftan çocuğunun, bir taraftan da yok edildiğin adamın silueti dolanır ellerinde ve ayaklarında.

Ve sonunda büyük karar alınır.

Artık yeryüzünde kamuflajlarınla savaşmaya hazır olan bir savaşçı olarak yürürsün hayatın, mutsuzluğunun üstüne. Söz söyleme hakkını öyle bir kullanırsın ki ağzından dökülen kelimelere kendin bile inanamazsın. Yüreğin düşüncelerini yarıp geçmiştir çoktan. Özgürlüğünü kazanmak için ceplerine cesaretini toplayıp, terledikçe cesaretinden bir parça koparıp, parmaklarının arasında eritirsin.

İstemiyorum hakim bey deyip kendinle birlikte çocuğuna güzel günler çizmek istersin. Hakim sana kulak verir, seni anlar da... Lakin bunca geçmiş zor günlerin hesabını kime soracaksın diye dilemalar içinde yüreğin beynini kemirir. İşte burada, tam da bu noktada koca bir yalnızlık alır seni.

Yalnızlığın, hayata karşı savunmacı olman için, güçlü biri olman için yeniden bir kol yontturur.  Ama bu kez gücünü alacağın bu kolu kendin yaratacaksındır. Zorlu geçmişinden bir kalkan ve şimdiki anın umutlarından bir kol... Ve belki de kucağındaki bebek gibi hayat med cezirlerin toplamından sana geriye kalan bir kaç kum tanesidir.
İşte o zaman kol kırılsa da yen içinde kalmaz.











25 Temmuz 2012 Çarşamba

Benim Masallarımın Dili



Üç başlı bir canavardı benim gördüğüm
Ceplerimde sıkı sıkıya tuttuğum
Annemin beni korusun diye üzerimden hiç eksik etmediği nazar boncuğu
Bildiğim bütün dualar dilime ulaşmadan düşüncelerimden aktı gitti
Tanrıya dualarım ulaşsın diye gözlerimi göklere diktiğim bu günde
Canavarın birinci başı konuş dedi, ikincisi sus dedi, ötekiyse gözlerimin içine bakarak korkum geçsin diye benim dilimde tekerlemeler söyledi
Ayaklarımda lastik pabuçlarım geri geri giderken
Beni görmediğim ama saklayan çukurlara attı
Konuş  - 'ben bir şey yapmadım' diye mırıldanırken kelimelerim
Sus  -  'Bu dili konuşmanı yasaklıyorum' dedi

Tekerleme
Küçük dostum gelsene 
Ellerini versene 
Ellerimizle şap şap 
Ayaklarımızla rap rap 
Bir şöyle, bir böyle 
Dans edelim seninle

Korkularımı kenara koymak 
Olağan hafifliğimi bana söylenen bir tekerlemeye uzatmak
Ve işte bak buradayım, al beni diyebilmek
Sonunda
Ellerimi tekerleme başa uzattım
Ve o anda uçsuz bucaksız bir göğün içinde pamuk nine bir bulutla uçtum
Annemin  dizlerinde  kondum
Küçük bir masalın kahramanıydım ben
Artık kim alıkoyabilirdi ki beni annemin anlattığı masalların dilini konuşmaktan
Hiç kimse!