6 Kasım 2011 Pazar

UĞULTU

Defalarca uçurumun kenarına bıraktım yalnızlığımı
Koştum geldim yanına
Derince bir bakış ve dönen sırtın
Duyduğum bu koku ve korku
Yalnızlığımdı geri dönen

Senle zihnimin buruşuk sayfalarında kalan bir kaç anıyla
Sessizliğin koridorlarında adım adım
Arayışlarıydı düşüncelerimin
Titrek dudakların
Siyah bir yazgısıydı
Bu son!
Şu anda bir 3. tekil şahıstan fazlası değilim

Kırgınlıklar cam kırıklarına
Sonra da yüreğime bastığım buz kırıklarına dönüştü
Bu eşsiz gecede

by Z

27 Ağustos 2011 Cumartesi

KEŞKE

İnceden inceye bir rüzgar uğultusu duyuluyor. Önce ellerim sonra yüreğim serinliyor. İçimdeki huzursuzluğun nedenini anlamaya çalışırken bir anda önüme, kenarlarını yılların eskittiği siyah-beyaz vesikalık bir fotoğraf düşüyor. Uzunca bir zaman kendimi alamıyorum bu eskimiş surete bakmaktan. Tanıdık geliyor suret. Hani birini gördüğünüzde anımsarsınız fakat kim olduğunu bir türlü çıkaramazsınız ya ben de öyle bir hissiyatın kıyısından geçiyorum.
Birden annemin sesiyle gerçek dünyaya dönüyorum.
- Baban askerdeyken çektirmiş o fotoğrafı.
Babam mı? diye fısıldıyor dilim. O anda anlıyorum içimdeki huzursuzluğun nedenini.
Annem elinde çantası, hazırlanmış gitmek üzere. Bana bakıyor. Bakışlarıyla soruyor tekrar tekrar. Gelmeyecek misin? Gözlerimi yere çeviriyorum. Bu sırada aşağıda araba onu bekleyen abim tekrar kornaya basıyor. Annem daha fazla bir şey demeden çantasını alıp gidiyor. Arkalarından bakıyorum. Uzun süre camdan gitmelerini seyrediyorum. Bir şeyler iyiden iyiye yüreğimi sıkıştırıyor.

Rüzgarın uğultusu yine kulaklarımda. Çok gerimde, bu uğultuya karışan ağıt sesleri...
Tanımadığım yaşlıca bir adam geliyor. İyi adamdı baban diyor. Adama anlamsızca bakıyorum. Başın sağolsun diye konuşmaya devam ediyor adam. Gözlerimde biriken kovalar dolusu yaşları sırtımı dönerek akıtıyorum. Annem katmerlenen üzüntüsüyle bana sesleniyor. Dönüp bakıyorum ona. Yine konuşmadan gözleriyle bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Ben yine anlamsız...
Tam bu sırada aklımdan Cemal Süreya'nın dizeleri geçiyor:

Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum

Uyanıyorum rüyamdan. Şiirin son kelimeleri yankılanıyor beynimde.
Kör oldum. Kör oldum. Kör oldum.
Yelkovanın sesi bakışlarımı saate götürüyor. Annem gideli epey olmuş olmalı. Nasıl uyuyup kaldığımı hatırlamıyorum bile. Yelkovanının sesine takıldığım duvar saatine doğru gidiyorum. Saatin pimini geriye doğru defalarca çeviriyorum. Bu defa gerçekten gözlerimden kovalarca dolusu yaşlar akıyor.










12 Ağustos 2011 Cuma

Toparlayamadığım Zihnimin Gel-Gitleri

Toparlanamayan bir zihin neye benzer?
Bu yazıya başlamak için en doğru soru sanırım. Kafatasımın içinden çıkarıp önüme koyduğum beynimin düşünür halde olması ama kıvrımlarını kaybetmeye başlaması beni ufaktan ufağa hezeyanlara götürüyor. Nasıl ifade etmeli? Evet ortada ifade edilecek bir şey var ama onu nasıl ifade etmeli?
İfadesizliğimin karın ağrısı zihnimi alaşağı ediyor. Mide bulantısı yapıyor. Beyin kıvrımlarının erimeye başladığı bir anın ta kendisindeyim. Rüzgarda amaçsızca savrulan bir poşetin gibiyim. Konuşurken ellerini nereye koyacağını bilemeyen bir şuursuz gibiyim. Gibiyim, gibi...
Bu noktada kendimi içinde bulunduğum bu gibi gibilerin yadsımasını yapmak ister gibiyim. Eğer yaşanılan hayatın mihenk taşını kırıp, yok ediyorsan kendine yeni bir mihenk taşı oluşturmalısın. Öldü kölelik yeni köle benim!
Artık beni harekete geçiren o soruyu sormanın tam vaktidir;
Sonuç olarak gününü anlamaya ve bunu içselleştirmeye çalışan biriyim. Çok ta ötesine gidemiyorum. Aranızda, bu yazıyı okuyanlar; bir adım ötesini görebileneniz var mı?  

16 Haziran 2011 Perşembe

Daha Kaç Nefes Var Ensemizde Hissedeceğimiz?

Bir tür kendini bilmezliktir kendimize uyduramadığımız insan, durum ya da objeleri oradan alıp oraya atmak olmadı başka bir yere koymak. Eğer hala içimiz rahat değilse derin derin iz sürmek sonra da enselediğimiz yerde o şeyi sonsuz bir boşluğa doğru fırlatmak atmak. İstememek onu. Dışlamak.
Kendimizin olamadığı ya da ayakları yere basmayan öz güvenimizin vahşice yansımalarıdır tüm bunlar aslında.
Kabul görmek yerine kabul gören olmak isteriz daha çok. Her şey içimizden gelir. Derinlerde bir yerlerden. Kimsenin elini uzatıp ulaşamayacağı olsa olsa sadece kendimizin müdahale edeceği kadar başkaları için ulaşılmaz bir yerdedir bu hissiyatımız. İlla ki somut bir şeyle tanımlamak gerekirse; şimdilerde şuursuzca yapılan gökyüzünü kapatan şu toplu konut binaları gibi yüksek ve çirkin bir EGOdur bu!
İşte bundandir ki hayat boyu sadece kendi nefesimizle yaşamayız. Hep ensemizde başka nefesler hissederiz. Hissettirirler. Tüm bunların yanı sıra bu durumun iyi olduğu zamanlarda vardır. Bazen soğukta donmak üzereyken başkasının ensemizde biten nefesiyle ısınır belki de yeryüzünde tek başınalığın bir adım daha ötesinde bir yerde olmanın getirdiği bir güven de gelir kalp kapakçığımızdan hop diye içeri giri verir.
Şimdi önce derin bir nefes alalım ve hemen sonra ensemizde kaç nefes olduğunu sayalım.
Eğer ensemizde nefes ya da nefesler hissediyorsak bu bir hayat belirtisidir!