Yemin etti. Bir daha kırgınlıklarını çöpe atmayacağına, onu yaratan her kimse ellerine boca edeceğine yemin etti. İnsan bozacağını bile bile neden yemin eder ki? Çünkü yemin etmenin gücünü kendi güçsüzlüğüyle harmanlıyordu. Sözcüklerin gücü, duyguların gücünü nasıl yıkar? İşte tam da olarak böyle yıkar. Sabah sabah hızlı adımları nefesine karıştı, dili damağına yapışmıştı ama yine de su içmemişti. Onca susamak onu susmaya daha da yakınlaştırıyordu. Belki birden denemezdi ama üpertisini birden hissettiği bir rüzgara karşı hızlanıyor ve hızlandıkça gözleri yaşarıyordu. Onu sevdiğine inandığı adamın, onu hunharca kırdığı beş dakika öncesi zihnine nal gibi çakılmıştı. Bu anı hiç unutmayacağım diyordu kendi kendine. Meğer dünyasında var diye kurduğu sevgi, bir Salı sabahı uçuşan bir kar tanesi gibi yok olup gidecekti. Ferman ona ‘seni istemiyorum’ deyince yarılan yere girmiş ama ona bunu hiç belli etmemişti. İnsanın kırgınlığıyla, cam kırıkları birbirine benzer mi ki diye düşündü elindeki cam parçasını tutarken. Yeminin gücü geçmişti, şimdi güçsüzlüğünü yatıştıracak hiç bir şey kalmamıştı ellerinde avuçlarında. Yolda bulduğu cam parçasını, bir süre elinde oyaladıktan sonra atıverdi var gücüyle hemen solundaki yıkılmış binanın molozlarıyla başbaşa kalmış arsaya. Yok bunu yapamıycaktı. Tıpkı kırgınlığını Ferman’a nasıl anlatamadıysa, intiharı da yapamayacaktı. Hayat acaba istediklerini yapabilenler ve yapamayanlar diye mi ayrılıyordu? Molozların arasına düşen cam kırığının sesiyle dünyaya döndü. Telefonu ısrarla çalıyordu. Telefonun aç tuşuna basacak mecali bile kalmamıştı. Ferman onu sevmiyor diye o da Ferman’ı sevmeyecek diye bir kaide de yoktu. Sevecekti. İnadına sevecekti. Hatta öyle çok sevecekti ki kendini birini sevmenin yoluna adayacak, o yolda kaybolacaktı. Telefonu birazdan tekrar çalınca açtı. Patronu Sait onu merak etmişti. Saat çoktan sekiz buçuğu geçmiş ama o dikiş makinasının pedalına basan olmamıştı. Sait’e, senin de, makinanın da, atölyenin de diye çok kallavi bir küfür savuracaktı ki her zamanki gibi bunu da yapamadı. Sessizlik onun yaşamak istemediği ruhu olabilir miydi? Çünkü Sait ‘neredesin ulan hırbo’ deyince dili bir an bile kıpırdamamıştı, Ferman ‘seninle ben ya da biz olamayız’ deyince yine sessiz kalmıştı. Belki de konuşmayı hiç öğrenmemişti. Dünyaya gevelemek için gelmişti. Sonunda soluk soluğa yürümeye devam ederken ellerinin karıncalandığını düşündü. Çıkardı ellerini cebinden esen rüzgara karşı, parmağının üstünde gezinen küçük karıncayı yokladı, ona kırılan kalbini tamir edebilir mi diye sordu. Karıncanın tek cevabı şu oldu: ‘eğer kendine ettiğin yeminleri bir daha bozarsan hayır’ Karıncalanan eli bir daha üşümedi. Zira onu Ferman sevmese de kendi kendisini sevecekti. Yeminini bozmayacaktı yeminle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder